Ölüm, bilimin çözemediği en kadim gizem... Onun ne içinde kalıyor ne de bilim ölümün bir son olduğunu kabul ederek onu dışlıyor. Öldükten sonra bilince ne olduğu, bilim ve teknoloji geliştikçe daha cesur ve sık sorulan bir soru olmaya başladı.
Aslında ölüm, insanlık tarihinin en belirleyici kavramlarından. İnsan, diğer dünya ile iletişim kurmanın yollarını hep aramış; ölümün soğuk sessizliğine bir cevap, sevdiklerimize bir el sallayış umuduyla parapsikolojiden kehanete kadar birçok yöntemle bilinmezi anlamlandırmaya çalışmış. Sadece bilim değil, edebiyat, sanat ve sinema da bu fenomenden beslenmiş. Marcel Proust'un “Kayıp Zamanın İzinde” romanı ve Christopher Nolan'ın “Interstellar”ı gibi, maneviyatımızı ve düşünce dünyamızı zenginleştiren eserlere ilham olmuş.
İnsan olarak hep sorduk; Ölümden sonra yaşam var mı? Bunun izlerin, Edgar Allan Poe'nun korkularında Albert Einstein'ın mektuplarında arıyoruz. Ölüm sonrası yaşam fikrinin insan zihninde ve kültüründe nasıl şekillendiğini araştırarak bulmaya çalışıyoruz.
Sohbeti daha detaylı olarak Monolog'da okuyabilirsiniz.
İyi Pazarlar..